Not: Bu yazının Boşnakça çevirisi de mevcuttur – çeviri metnin üstünde / sonunda yer alır.
Nekad i najljepše priče počnu sasvim slučajno. Tako je i ova – započela jednim neočekivanim susretom u srcu Baščaršije, među mirisima ćevapa, ezana i čarolije starog Sarajeva. Tog dana upoznao sam Ramazana Kibara, turiste iz Tukiye, tačnije iz gradića Rize, smještenog na obali Crnog mora.
Ramazan je zračio toplinom i istinskim bratskim duhom. Bio je iskreno iznenađen kako dobro govorim turski i njemački, što mu je odmah bilo drago, jer već dugi niz godina živi i radi u Njemačkoj.
Veza između nas se produbila kada smo otkrili da dijelimo istu strast – ljubav prema motorima. Obojica smo bikeri, a Ramazan je tog dana bio posebno ponosan jer je ostvario svoj dugogodišnji san – vozio je BMW R 1250 GS, motocikl iz snova svakog istinskog ljubitelja avanture i otvorene ceste. Pili smo čaj, a potom zajedno klanjali namaz u Baščaršijskoj džamiji.
Pričao mi je s velikom ljubavlju o svom kraju, a posebno o Rizeu – čudesnom gradiću smještenom između strmih padina Kačkar planina i tirkiznog Crnog mora. Rize je poznat kao srce turske čajanske industrije – najpoznatiji turski brendovi čaja dolaze upravo iz ovog kraja.
Zanimljivo je da čaj u Tursku nije autohtono došao – prema Ramazanovim riječima, kultura uzgoja čaja u ovaj region stigla je iz Rusije početkom 20. stoljeća. Tadašnje vlasti Turske potaknule su razvoj uzgoja u Rizeu zbog sličnosti klime s nekim regijama Kavkaza, te je ova kultura brzo pustila korijenje i pretvorila Rize u sinonim za turski čaj.
Posebno me fascinirala priča o tome kako su mještani, suočeni s nedostatkom ravnog zemljišta, nasipanjem mora stvorili prostor za aerodrom – Rize-Artvin aerodrom, jedan od rijetkih u svijetu izgrađenih na vještačkom otoku u moru. Sličnim metodama proširuju se i putevi te druga infrastruktura regije – borba s prirodom, ali u skladu s njom.
Naš susret završio je u najboljem duhu – razmijenili smo kontakte i selame, a ja sam ostao obogaćen za jedno novo prijateljstvo.

Ali, tu priča ne završava. Nekoliko sedmica kasnije, na moja vrata pokucao je kurir FedEx-a s paketom – ni manje ni više nego iz Rizea! Unutra: pažljivo složeni proizvodi iz njegovog kraja, nekoliko suvenira, kutija pravog turskog čaja i rukom pisana poruka. Bio je to trenutak iskrenog iznenađenja i radosti.
Ova lijepa gesta me podstakla da dodatno istražim Ramazanov kraj – i ono što sam otkrio oduzima dah. Planinski pejzaži prekriveni zelenilom, alpske doline, mirna sela uz rijeke i beskrajna polja čaja. Rize izgleda kao da je izvučen iz bajke. Sada sam siguran – to je mjesto koje ću, prvom prilikom, morati posjetiti.
Zbog prirode. Zbog čaja. Zbog prijatelja.
Ali najviše zbog onog osjećaja iskrenog bratstva koji me, tog dana na Baščaršiji, podsjetio da su najljepši putevi oni koje srce pronađe – a ne karta.
Rize – Ramazan Kibar’ın Memleketi ve Türkiye’nin Gizli Cenneti
Başçarşı’dan Karadeniz’e – dostluk, çay ve bir memleketin hikayesi
Bazen en güzel hikâyeler tamamen tesadüfen başlar. Bu hikâye de öyle başladı – Saraybosna’nın kalbinde, Başçarşı’da, kebap kokuları, ezan sesleri ve eski şehrin büyüsü arasında beklenmedik bir karşılaşmayla. O gün Ramazan Kibar’la tanıştım – Türkiye’den, Karadeniz kıyısında yer alan Rize şehrinden gelen bir turistti.
Ramazan, sıcaklığı ve gerçek kardeşlik ruhuyla çevresine ışık saçıyordu. Türkçe ve Almanca’yı ne kadar iyi konuştuğuma çok şaşırdı ve bu onu çok sevindirdi çünkü uzun yıllardır Almanya’da yaşıyor ve çalışıyor.

Aramızdaki bağ daha da derinleşti çünkü ikimizin de motosiklet tutkunu olduğumuzu fark ettik. İkimiz de birer biker’ız ve Ramazan o gün, uzun zamandır hayalini kurduğu BMW R 1250 GS motosikletiyle seyahat ettiği için özellikle gururluydu – bu motosiklet birçok macera tutkununun rüyasıdır. Birlikte çay içtik ve ardından Saraybosna’daki Başçarşı Camii’nde birlikte namaz kıldık.
Bana memleketini büyük bir sevgiyle anlattı, özellikle de Rize’yi – Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Kaçkar Dağları’nın dik yamaçları ile turkuaz Karadeniz’in arasında yer alan küçük ama büyüleyici bir şehir. Rize, Türkiye’nin çay endüstrisinin kalbi olarak bilinir – en tanınmış Türk çay markaları bu bölgeden gelir.
Ramazan’dan çayın aslında Türkiye’ye Rusya’dan geldiğini ve çay kültürünün oradan ithal edildiğini öğrendim. 20. yüzyılın başlarında, iklim koşullarının Kafkasya’ya benzerliği sayesinde Rize, çay tarımının merkezi haline geldi. Bugün Türkiye’de içilen çayların büyük bölümü bu bereketli topraklardan çıkıyor.

Beni en çok etkileyen şeylerden biri ise Rizelilerin düz arazi eksikliğinden dolayı denizi doldurarak havaalanı inşa etmeleriydi – Rize-Artvin Havalimanı, dünyada deniz üzerine inşa edilen ender havaalanlarından biridir. Benzer yöntemlerle bölgede yollar ve diğer altyapılar da genişletiliyor.
Bu güzel karşılaşma en iyi şekilde sona erdi – numaralarımızı, adreslerimizi ve selamlarımızı paylaştık ve ben yeni bir dostlukla zenginleştim.
Ama hikâye burada bitmedi. Birkaç hafta sonra, kapımı FedEx kuryesi çaldı – gönderi Rize’den geliyordu! İçinde bölgesinden özenle seçilmiş ürünler, birkaç hediyelik eşya, bir kutu hakiki Türk çayı ve el yazısıyla yazılmış bir not vardı. Gerçekten içten bir sürpriz ve mutluluk anıydı.
Bu güzel jest, beni Ramazan’ın memleketini daha yakından araştırmaya teşvik etti – ve öğrendiklerim nefes kesiciydi. Yeşilliklerle kaplı dağ manzaraları, Alpler’i andıran vadiler, nehir kenarında sakin köyler ve sonsuz çay tarlaları… Rize, sanki bir masaldan fırlamış gibi görünüyor. Artık eminim – orayı ilk fırsatta ziyaret edeceğim.
Doğası için, çayı için, dostlar için…
Ama en çok da o Başçarşı’da hissettiğim gerçek kardeşlik duygusu için – çünkü en güzel yollar, kalbin bulduklarıdır, haritanın değil.